Serinhisar, Denizli ilinin bir ilçesidir.
Serinhisar Coğrafi konum
Denizli-Antalya karayolunun 35. kilometresinde, Karaağaç Ovasının kuzeyinde bulunur. Komşuları Acıpayam, Tavas, Honaz ve Denizli merkezdir.
Daha fazla göster
Serinhisar İdari yapı
1988’e kadar Acıpayam ilçesine bağlı bir kasaba olan Kızılhisar, bu tarihte ilçe olmuş ve adı Serinhisar olarak değiştirilmiştir. Büyükşehir belediyesi kurulmadan önce bir beldesi ve üç köyü bulunmaktaydı.
Serinhisar Ekonomik ve demografik yapı
İlçede birçok iş kolu vardır. Ama bunlardan en önemlileri leblebicilik ve besiciliktir. Ayrıca tarım ve ticaret de önemli gelir kaynaklarındandır. İhracatta ise özellikle Ortadoğu ülkelerine yaptığı leblebi satışı ile önemli bir noktaya gelmiştir. Eskiden yapılan testicilik ve urgancılık ise gün geçtikçe önemini kaybetmektedir.
Serinhisar Tarihçe
Denizli tarihi
Denizli MÖ 3. yüzyıl ortalarında Selefkilerden Antiokhas II tarafından eşi Laodike’nin adına kurulan Laodikeia şehrinin yerine geçmiştir. Plinius’a göre daha önce Diospolis ve sonra Phoas adlı kasabaların bulunduğu yerde kurulan Laodikeia şimdiki Denizli’nin 6 km kuzeyinde Eskihisar köyü yakınında bir tepe üzerindeydi. 1887 ve 1957’de bu bölgede kazı ve araştırmalar yapılmış olup birçok kalıntı gün yüzüne çıkartılmıştır.
7. ve 10. yüzyıllar arasında Müslüman akınları sırasında şehre Lazkie adı verilmiş; Türklerin kullandıkları Ladik adı bundan türemiştir.
Malazgirt Meydan Muharebesi’nden (1071) sonra yöreye büyük Türkmen boyları yerleşti. 11.-13. yüzyıllar arasında bölge Selçuklu Türkmenleri ile Bizans arasında sık sık el değiştirmiştir.
Bu süreçte meydana gelen depremin sonucunda şehir kısmen terk edilmiş ve şimdiki yerinde yeniden oluşmaya başlamıştır. Bir süre Ladik adı yeni kurulan şehir için kullanılmıştır.
Şehrin bugünkü adı 13. yüzyıldan sonra kullanılmaya başlandı. Bu ad önceleri Donguzlu (Donuzlu), Tonguzluk şeklindeyken sonradan Dengizli (Denizli) olmuştur.
13. yüzyıl sonunda Selçuklu veziri Sahip Ata’nın oğullarına verilmiştir. Selçuklular zayıf düşünce Kütahya’da yerleşen Germiyanoğulları onların yerini aldı. Denizli’de Germiyanlıların Ladik beyleri veya İnançoğulları denilen bir kolu hakim bulunuyordu. Bu sırada ahiler de Denizli’ye yerleşerek zaviyeler kurmaya başladılar. 1339’da Yıldırım Beyazıt’ın eline geçen şehir 1402’de Timur tarafından Germiyanoğulları’na geri verildi. Bir süre sonra yine Osmanlı egemenliğine girdi ve Kütahya’ya bağlı bir kaza haline geldi.
17. yüzyıl ortalarında buradan geçen Evliya Çelebi şehirde 24 mahalleye bölünmüş 3.600 ev bulunduğunu kaydeder. Şehir içinde Kaleiçi denilen dört köşeli yapıda o zaman da bedesten ve dükkânlar bulunuyordu.
19. yüzyıl sonlarında şehir nüfusunun 15.000-17.000 civarında olduğu tahmin ediliyordu. 20. yüzyıl başlarında nüfus 20.000’ini geçti. Denizli 1883’te Aydın Vilayeti içinde kurulan bir sancağa merkez oldu ve bu sancak da 1924’te vilayet halini aldı. Şehir ulusal demiryolu ağına 1891 yılında bir kolla bağlandı. Millî Mücadele sırasında (1920) Yunan cephesi Sarayköy’ün kuzeyinden Büyük Menderes’e uzandığı halde Denizli işgal edilmemiştir.
Kızılhisar tarihi
Kızılhisar’ın şimdiki Kaya mahallesinin bulunduğu yer ve civarında MÖ 1500-1400 yıllarında Etiler (Hititler) tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Kızılhisar 200 yıla yakın Hitit Devleti’nin, MÖ 1200 yıllarında Jonlar-Akarların, MÖ 800 yılında Lidyalıların, MÖ 546 yılında Perslerin, MÖ 440 yılında Karyalıların, MÖ 334 yılında Makedonyalıların (Büyük İskender İmparatorluğu), MÖ 133 yılında da Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine girmiştir.
MS 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu’nu sınırları içinde kalmış olup, MS 1077 yılında Anadolu Selçuklularının yaptıkları savaş sonucunda Roma idaresinden kurtularak 1308 yılına kadar Selçukluların idaresi altına girmiştir.
Selçuklular döneminde Kızılhisar ve Karaağaç yöresine Oğuzların çoğunlukla Avşar boyuna mensup Türkmenler yerleşmiştir. Coğrafi olarak kapalı bir bölgede yer alması bakımından insanlarının genetik saflığı önemli ölçüde korunmuştur. Bu özelliği ile Osmanlı başlangıç dönemi araştırmacıları için ender bulunan belki de yegane bir laboratuvar görevi yapmaktadır.
Bölge 1147-1148 yıllarında Haçlı Seferleri’nin akınlarına maruz kalmıştır.
Kızılhisar yöresi Selçukluların idaresinde iken 1277 yılında Cengiz İmparatorluğu’nun akınlarına da hedef olmuştur. 1292 yılında Anadolu Selçuklularından Moğolların idaresine geçen Kızılhisar 1402 yılında Timur tarafından Germiyanoğuları Beyliği’ne bağlanmıştır.
1229 yılında Anadolu Selçuklularından ve Cengiz İmparatorluğu’nun tanınmış şahsiyetlerinden Keykavus’un ölümü ve 1300 yılında İlhanlıların tahtına sahip Ebusait Bahadır Han’ın küçük olması dolayısıyla Kızılhisar, Gölhisar Sultanlığı tarafından idare edilmiştir.
Gölhisar sultanı Mehmet Çelebi’nin 1325 yılında ölmesi üzerine 1326 yılında Germiyanlılara savaş açılmış ve bu yıl içinde Kızılhisar ve yöresi Kütahya’da bulunan Germiyanlıların eline geçmiştir.
1402 yılında Timur, Denizli’den Kızılhisar’a uğramış ve buradan Burdur ve Isparta-Uluborlu istikametine gitmiştir. 1429 yılında Germiyanoğlu Yakup Bey Osmanlılardan korkarak II. Murat’a bir vasiyetname ile Germiyan Beyliği’ni ve Kızılhisar yöresini kesin olarak Osmanlı İmparatorluğu’na bağlamıştır.
Böylece Kızılhisar 1429 yılından İstiklal Harbi’ne kadar Osmanlı İmparatorluğunca idare edilmiştir.
Kızılhisar adının kökeni
Romalılar zamanında kurulan yerleşim yerinin adı bazı kaynaklarda Carystus-Karistos olarak geçmesine karşın asıl adının bu dönem için Karia olduğu bir gerçektir.
Kızılhisar’a, Selçuklular zamanında Kepez-Yerlikaya adı verilmiş ve 1300-1310 yıllarında taş ve tuğladan yapılan küçük bir hisar nedeniyle Kızılhisar olarak adı değiştirilmiştir. Bu ad, tuğla ve toprağının kırmızı olması nedeniyle verilmiştir. Halk dilinde bu yerde Kızıl isimli asi bir şahıs vardır, Kendisine karşı gelenleri astırdığından ötürü Kızılasar adı verilmiş denilmekteyse de bu tümüyle bir söylencedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresine girdikten sonra hisar bakımsızlığı nedeniyle yıkılmış, temelleri toprak altında kalmıştır.
Hisar’dan 400-500 metre kadar güney ve doğu istikametinde 4 metre eninde ve yüksekçe yapılmış olan avlu duvarlarının toprak yüzünde görülen temellerinin bir kısmı 1951 yılına kadar belirli bir vaziyetteydi. Bu temeller Yenice Mahallesi içinde sonradan kurulan Numune semtindeki evlerin altında ve avlularında kalmıştır. Mithatpaşa İlkokulu’nun bulunduğu yer ile batı ve kuzey tarafları hisarın avlusu olup, bu yere sonradan Ağalartarlası adı verilmiştir. Bu avlu ve tarla içinde yakın zamana kadar su kuyusu mevcuttu.
Hisarın büyük avlu duvarındaki taşların sökülerek evlerin temellerine konduğu anlaşılmıştır. Hisar da 1954 yılından sonra yıkılmıştır.
Kızılhisar’ın 1924 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içine alınmasından sonra Değirmen Deresi önündeki cevizler (karaağaçlar), Honaz dağı eteğindeki Eğrikavak, Alaylı, Harami (Akmazca), Yağlıhan, kısmen Boyralı-Karacaören, Meleş-Menengeç ve daha sonra da (1960 yılında) Umurtak’ta bulunan küçük oba ve köyler yerinden kaldırılarak burada toplanmasıyla büyümüş olan Kızılhisar, mahalleler kurulduğunda Kaya, Orta, Pınarcık, Aşağı ve Yenice olmak üzere 5 mahalleye ayrılmış ve 5 muhtarlık tarafından idare edilmeye başlanmıştır.
Kızılhisar yöresindeki ve yukarıda isimleri belirtilen küçük oba ve köylerin Oğuz Türkleri-Türkmenler tarafından kurulduğu, gelenek, ırk, dil, din ve törelerine bağlı bulundukları bir gerçektir. 1 Haziran 1987 tarihinde Belediye Meclis kararıyla ilçenin adı Serinhisar olarak değiştirilmiştir.
Haçlı Seferleri’nde Kızılhisar
Kazıkbeli Savaşı
Fransa Kralı VII. Louis’in kumandasındaki 2. Haçlı ordusu 1147 yılında Efes’e gelmiş ve oradan Menderes nehri boyunca yürüyüşüne devam etmiştir. Bu ordudan ayrılan ve daha çok Almanlardan oluşan bir Haçlı öncü kuvveti 1147 yılının sonlarında Kazıkbeli’ne gelmiş ve burada pusu kuran Kızılhisar ve yöresinden toplanmış Türk kuvvetleri tarafından yok edilmiştir.
Bundan sonra 6 Ocak 1148 tarihinde yürüyüşe geçen Fransız kuvvetleri Kazıkbeli’nin alt tarafına geldiler. Kazıkbeli Geçidi 7 Ocak 1148 tarihinde aşılacaktı ve Fransız Kralı bugünü tamamen bu geçide hasretmiş bulunuyordu. Haçlılar ilerledikleri sırada, daha önceleri burada perişan edilen Alman Haçlılarının cesetlerini görünce savaş nizamına girdiler. Birkaç gün önce Denizli yöresindeki yenilginin öcünü almak için pusu kuran Türkler Kazıkbeli’nin tepesinden Haçlıların hareketlerini izliyorlardı. Haçlılar savaşçı birliklerini öncü ve artçı olarak ikiye ayırmış olarak Kazıkbeli’ne doğru yürüyorlardı. Planlarına göre öncüler süratle Kazıkbeli’nin düzlük yerine varıp orayı emniyete alıp, çadırlar kurarak kamp yerini hazırlayacaktı. Nitekim Geoffroi de Rancon kumandasındaki öncü kuvvetleri bir direnişle karşılaşmaksızın Kazıkbeli’nin en yüksek yerine vardı. Saat sabahın henüz dokuzuydu ve öncü kumandanı bugünkü yürüyüşü az bulmuştu. Rehberleri de geçidi aşmayı önerdiler ve az uzakta kamp kurmaya elverişli bir ova bulunduğunu söylediler (Kızılçukur Ovası). Fransız öncü kuvvetleri Kazıkbeli’ni terk ederek Kızılhisar ovasına indi ve çadırlarını kurarak dinlenmeye başladı. Türklerin kuvveti onlara oranla daha az olduğu için fazla direnç göstermediler. Artçı kuvvetleri de önceden kararlaştırıldığı gibi Geoffroi’nin Kazıkbeli’nin düzlüğünde durup çadırları kurduğundan emin ve orasının da çok uzak olmadığını görerek hareketini ağırlaştırmıştı.
Bizzat bu savaşta bulunan bir Haçlı yazarı şöyle anlatıyor
Dağ sarp ve kayalıktı, tepesi bulutlara değecek kadar yüksek bir dağın (Honaz dağı) yamacında yürüyorduk ve aşağıdaki vadinin derinliklerinde sular, cehennem içine düşüyor gibiydi. Ordu bu engebeli yolda ilerledi. Savaşçılar birbirini itiyor, kalabalık her geçen an biraz daha büyüyordu. Sonunda sıkıştılar ve süvarileri düşünmeden burada tıkanıp kaldılar.
Yük hayvanları uçurumun derinliklerinde akisler yaparak aşağıya düşüyorlardı. Kayalar yerinden kopuyor, düşerken insanları ve hayvanları eziyordu. Herkes yanlış bir adım atıp uçuruma yuvarlanmaktan ve başkalarının düşerken kendisine çarpmasından korkuyordu. Türkler bu kalabalığı ok yağmuruna tutarak kendilerini toplamalarına meydan vermiyorlardı. Saatlerin ilerlediği ölçüde, Haçlılardaki karışıklık daha da arttı, mamafih bu Türklere kafi gelmedi, aksine daha cüretli oldular. Türkler öncüden daha uzun bir zaman için korkmadıklarından ve artçıyı da henüz görmediklerinden bize karşı saldırdılar. Birden atılarak saflarımızı yardılar ve kalabalığı koyun gibi doğradılar. Bundan gökleri ve kralımızın kulaklarını delen bir çığlık hasıl oldu. Kral şimdi felaketin ne olduğunu gördü ama bu sırada gökten, yaklaşan karanlıktan başka bir yardım gelmedi. Ancak karanlık çökerken Türk hücumunun tahribatı durdu.
Haçlı müellifi sonradan savaş hakkında daha fazla tafsilat veriyor
Türkler, Haçlı kuvvetlerinin kargaşasını görerek, hemen harekete geçip, Kazıkbeli yolunu kestiler. Haçlılar ancak Türklerin içinden geçerek yardıma koşabileceklerdi. Türkler önce uzaktan şiddetli bir ok yağmuruna tuttular ve sonra da kılıçlarıyla saldırdılar. İlk anda birçok kayıplar verdik. Türkler Fransa kralından daha soylu ve güçlü olan Alman imparatorunun ordusunu yendiklerini söyleyerek savaşıyorlardı. Her iki tarafta uzun müddet inat ve şiddetle dövüştü. Türkler Haçlıların birçoğunu öldürdü, büyük bir kısmını da esir aldılar. Haçlı ordusu bu feci durumdayken, sonradan bize savaşı anlatan Rahip Eudes de Deuil kralın bulunduğu artçıyı göndermişti. Onlara başımıza gelen bütün felaketi anlattım. Savaşçılar heyecanla silahlarına koştular ama yolun engebeli oluşu yüzünden hızlı hareket edemediler. Bu sırada yanında bir miktar soylu olduğu halde kral savaşın içine atıldı. Bu mücadelede atı öldürüldü. Yanındaki şövalyeler de teker teker Türk oklarıyla öldüler. Türkler ağır zırh giymiş Haçlıların hareketine engel olmak için atları da öldürüyorlardı. Kral ve şövalyelerin bu ani saldırısı bir kısım Haçlıların kurtulmasını sağladı ama kral, Türklerin arasında kalmıştı. Bu çarpışmada kral, sayıca az ama çok ünlü korumalarını yitirdi. Ama soğukkanlılığını toplayıp, bazı ağaç köklerine tutunarak hızla bir kayanın üzerine çıktı. „
Kazıkbeli Savaşı hakkındaki bir kaynak da iki değişik söylence aktarıyor.
Türkler savaş alanına hakim olunca, çevrelerinde az Türk bulunduğu sırada birkaç Fransız askeri, kralın atından tutarak onu yakında bulunan bir tepeye çıkardılar ve geceye kadar orada kaldılar ama herhangi bir yoldan inmenin Türkler içinde kalmaktan daha akıllıca olduğuna hükmettiler. Kral her taraftan Türklerle çevriliydi. Ordusu kaybolmuştu, kimse gidecek yolu bilmiyordu. Nihayet kalabalığın yaktığı ateşi fark ederek oraya vardılar. Türkler de karanlıktan öncülere ait sanarak takip etmediler, geri döndüler.
Diğer söylenceyse kralın bir tepede yanında bir Haçlı kuvvetiyle kaldığını aktarır: Türkler onu tanımıyordu, kral bu tepede kendisini cesaretle savundu. Gecenin çöktüğü, karanlığın savaşçıları ayırdığı sırada bir ağaç altına çekildi. Sonra dallarına çıkarak, uzun zaman kendisini Türklere karşı savundu. Türkler karanlık ve kralın yardımına gelen kuvvetlerden dolayı Kazıkbeli’nden uzaklaştılar.
Bunlardan Eudes de Deuil’in zikrettiği ilk şekli tercih etmeliyiz. Zira ünlü Fransız tarihleri de, bu geçit üzerindeki savaşı hep zikrederler. Kral, geçidin üzerine çıkınca onu esir almak için Türkler de ardından tırmanmaya çalıştılar. Uzaktan bazıları ok atıyordu. Zırhı oklardan kendisini korudu ve kayaya çıkmak isteyenleri de kılıcıyla durdurdu. Türkler onun kral olduğu bilmediklerinden, esir etmenin güçlüğü ve bu zamanda ani bir saldırıdan çekindikleri için, karanlık bastırmadan evvel ganimet toplamak için dağıldılar. Kral, daha sonra sahipsiz bir ata binerek askerlerine katılabildi. Fransa kralını Türklere esir düşmekten gecenin ve ganimet arzusunun kurtardığı muhakkaktır. Zira bu Kazıkbeli Savaşı’nda öyle çok mal ele geçmiştir ki, Türk ülkesi Haçlılardan alınan ganimetlerle dolmuştur.
Kazıkbeli Savaşı diye adlandırılan bu savaş Haçlıları pek üzmüştü. Zira onlara göre Fransa’nın en güzel çiçekleri, Şam duvarları altında meyve vermeden solmuşlardı. Franszı ordugahının uzun boylu anlatılan kederli halini tasvir etmiyoruz. Fakat gece, hemen kendilerini toplamışlar, daha ciddi tedbirler almışlardı. Türkler de zayıflığımızı öğrendikten sonra daha cüretlendiler. Epeyce ganimet aldıktan sonra daha da hırslı olarak bizi taciz ediyorlardı. Buna karşılık Haçlılar da toparlanmışlardı. Türkler bu kalabalık orduyu saldırmak yerine geçecekleri yolu takip ederek mahvetme yolunu tuttular.
Haçlılar da Kazıkbeli’nden hareketle Kızılhisar ovasından geçerek Acıpayam ovasından ve kıyıları bataklık iki ırmaktan geçtiler. İkinci ırmak yakında iki tepe vardı. Birini Türkler tutarak başlarından yoldukları saçları yere atmışlardı. Haçlı yazarına göre bu hareket, bu topraklardan hiçbir şekilde ayrılmayacaklarına işarettir. Fakat her tarafı tahrip ederek çekildiklerinden buradan çıktılar. Ancak Haçlı ordusunda açlık baş göstermiş, önce atlar mahvolmuş, bunları yiyen şövalyeler ve ordu güçlükle Gölhisar tarafından Antalya’ya varabilmişti.
II. Haçlı Seferi sırasında gayet dostane olan Türk-Bizans ilişkilerinin bozulmasından sonra Laodikya Türk akınlarına uğradı. 1157’de Alaşehir’e gelen Manuel Kommanes, Türk topluluklarına girerek yağma ve tahribe koyulmuş, Selçuklu kuvvetlerinin uzak oluşundan yararlanarak tüm bölgeyi yakıp yıktıktan sonra İstanbul’a dönmüştü. Türk kuvvetlerinin bunun intikamını alacağını iyi bilen Kommanes Türk akınlarını önlemek için Homa ve Honaz istihkamlarını tahkim ve teçhiz ettiyse de Türk kuvvetleri yollarının kapatılmış olmasından yılmadılar. 1158 yılında Karaağaç ovasından akınla ansızın Laodikya üzerine indiler. Böylece Bizans imparatorunun Türk topraklarında yaptığı tahribin öcünü aldılar.
1192’den sonra Bizanslılarla Selçuklular Burdur ve Gölhisar yöresinde karşılaştılar. Konya Sultanı, Otman ve Hüsamettin beyleri birer tümen askerle bu bölgeye göndermiştir. Önce birlikte hareket ederek Bizanslıları yenen bu kumandanlar sonra ayrılmışlar, Hüsamettin Bey Çal, Otman Bey ise Karaağaç yani bugünkü Acıpayam yöresini zapta koyulmuşlardır. Otman Bey’in lakabı Yatağan Baba olup, bu lakabı savaşı yata yata kazanmasından almıştır. Ordusunda bulunan bir Selçuklu şehzadesinin tedavi olduğu pınara Sultanpınarı denilmiştir. Bölgedeki birçok köy adları bu fetihle ilgilidir. Fetihten sonra buraları bir şehzadeyle kumandana verilmiş ve vefatlarında Yatağan’a gömülmüşlerdir.
İbn-i Said’e göre Kızılhisar Yöresi
1261 yılında Karaağaç ovasından (Kızılhisar yöresinden) geçen İbni Said, Toğurlu-Toğuzlu dağları ve bunun çevresinde 200.000 hane (beyt-çadır) bir Türkmen halkının oturduğunu ve yaşadığını belirtmiştir. “Bu yer Karaağaç ovasıyla Eşeler yaylasından Honaz dağına kadar olan kısımdır. Ayrıca bu Türkmenlere Uç denir” demiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Kızılhisar ve yöresi Uç Türkmenlerinin ilk yurdudur. Bundan sonra bu Uç Türkmenleri Karaağaç ve Kızılhisar yöresinde yerleşip küçük köyler kurmuşlardır.
1261 yılı öncesi ve sonrası Uç Türkmenlerinin başlarında kahraman Uç Gazisi sıfatını taşıyan Avşar boyundan Mehmet Bey, kardeşi İlyas Bey, akrabası olan damadı Ali, Salur ve Sevinç beyler vardı. O tarihlerde Türkmenler kırmızı külah giyerlerdi. Mehmet Beyin emriyle kırmızı külahlar değiştirilip, yerine ak külahlar giymişlerdir.
Kızılhisar Yöresi ve Türkmenler
Kızılhisar ve Karaağaç yöresi 12. yüzyıl başlarından itibaren Uç’un güneybatı kanadını oluşturuyordu. Bu yörelerde kalabalık bir Türkmen nüfusu yaşıyordu. Bu Türkmenler önceleri Bizans elinde olan zengin Ege topraklarında cihat için yığılmışlardı. İlk fetih yıllarında sahillere kadar bütün Batı Anadolu’ya yayılmış olan Türkmenler için her iki devletin de denetiminden uzak bu Uç bölgesi göçebe hayat şartlarını südürmeye elverişli bir barınak ve faaliyet sahası görevini görüyordu. Doğudan devamlı olarak Anadolu içlerine gelen ve Selçuklular tarafından düşman topraklarına yöneltilen yeni aşiretlerin de katılmasıyla buradaki Türkmen unsuru gittikçe artan bir yoğunluk kazanıyordu. Bizzat Selçuklular da bu hususta destekleyici rol oynamışlardı. Zira Selçuklular vaktiyle devletlerinin kurucusu bu Türkmenleri Uçlara yönelttiler. Ve kendileri Büyük Selçuklularda olduğu gibi başka milletlerden topladıkları orduya dayandılar. 1192 yılında, savaşlarda cesur askerler sağlamakla ünlü olan bu Uç Türkmenleri, Selçuklu siyasi hayatında da kurucu unsur olmuşlardır.
1274’te ölen İbni Said’e göre bu Türkmenler, Selçuklular devrinde Rum ülkesini fetheden Türk soyundan kalabalık bir ulustur. Türkmenlerde başka yerlere gönderilen kilimler yapılır. Buranın sahilinde Makri (Fethiye) adında bir körfez vardır, Burası gezginlerce meşhurdur. Buradan İskenderiye ve başka yerlere kereste gönderilir. Burada bulunan nehir üzerinde bir köprü vardır. Barış zamanlarında indirilir ve savaş çıktığı zaman kaldırılır. Bu Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki sınırdır. Antalya’nın kuzeyinde Toğurlu-Tokuzlu dağı vardır. Burada ve bunun etrafında 200.000 çadır Türkmen oturur ve bunlara Uç denir. Buralarda güzel yaylar üretilir.
Bir başka kayıt da bu bilginin Moğollardan önceki devreye ait olduğu veçhile 1204’ten sonraki zamanlardır. İbni Said’in bu söylediklerine daha sonraki birçok tarihi hatıranın karıştığı görülmüştür. Türklerle Rumlar arasında sınır olduğu aktarılan nehir bahsedildiği gibi Karaağaç ovasından geçen Dalaman çayı olduğu kadar da Menderes nehridir. Nitekim bunun üzerinde kurulan ve 1243’te Türk ve Bizans garnizonları arasında münasebeti sağlayan köprü burada bahsedilen köprüdür. 1177’de aynı yerde köprü başında Ata Bey Bizanslılarla çarpışırken şehit düşmüştür.
Belirtilen yörelerde, bilhassa Asikaraağaç yöresinde Türkmenlerin büyük bir yoğunlukta bulundukları başka kaynaklar tarafından da doğrulanmaktadır. 1332-1333’te Karaağaç ve Kızlhisar ovasından geçen İbni Battuta Karaağaç ovasının Türkmenlerle meskun olduğunu söylemektedir. İlhanlı hükümdarı Argun Han’a bir harita yapan Kubbeddin, Talamaniye dağlarının Uç Türkmenleri elinde olduğunu yazmıştır. Hayli kalabalık olan bu Türkmenler yöreye Anadolu’nun en yoğun Oğuz boylarının yer adlarını vermişlerdir. Bu durum mevcut bazı köylerin adlarından anlaşılacağı üzere bu Türkmenler, Avşar ulusuna ve aralarında bazı Üçoklu boylar da bulunmakla beraber daha çok Bozoklara mensupturlar. Bu yöre Türkmenleri arasında Kayıların da önemli sayıda olduğu malumdur. Yatağan-Söğütova arasındaki yer Kayıyayla adını taşımaktadır. Kayılar muhtemelen 1261 yılındaki isyana karıştıkları için Menteşe yöresine gitmişler ve bu yöredeki hadiselere pek karışmamışlardır. Avşarlar, Türkmenler arasında temayüz ettiler. Önceleri konar-göçer yaşayan Türkmenler sınır boylarında yerleşik hayata geçtiler. Hayatlarını akıncılıktan çok kilim üretimi ve ticaretiyle sağlayan Türkmenlerin bu kilim sanatını Orta Asya’dan getirmiş olabilecekleri başka bir kayıtta belirtilmektedir.
Güneybatı Anadolu’da büyük bir yer işgal eden Türkmenlerin yerel kabile beylerinin idaresinde olduğu muhakkaktır. Bugün bile Karaağaç bölgesinde Türkmen Beyleri hanedanları bulunması, asıllarının bu zamana kadar uzadıkları izlenimini vermektedir.
Türkmenler 13. yüzyılda henüz kabilelerinin adlarını taşıyan beylerin idaresindeydiler; Yiva ve Salur beyler gibi. Bunlar kuşkusuzki, daha çok Oğuz boyundandırlar. Bu Türkmen yöresinin doğusunda Afşar Bey’in idaresindeki Afşarlar, keza batıda da bir başka Afşar beyinin bulunduğunu biliyoruz. Diğer bir etkin Oğuz boyu olan Yazır beylerinin egemenlik mücadeleleri 19. yüzyıla kadar sürmüştür.
Denizli ve Karaağaç yöresi, Türkmenlerle meskun olduğundan birçok defalar Selçuklu sultanlarının bir sığınak yeri olmuştur. Gıyaseddin Keyhusrev buraya gelmiş ve diğer bir Selçuklu sultanı İzzeddin ise, Besuday’ı oyalayarak bir fırsatını bulup Rum diyarına İznik’e gitti.
Moğollara karşı önceden Selçukluları tutan Türkmenler bu sadakatlerine ihanetle karşılık görünce Selçuklu devletinden iyice soğudular. Çünkü Bizanslılar kendilerine sığınan eski sultan İzzettin Keykavus`a taht mücadelesinde bir miktar asker vererek yardımcı olmuşlar ve İzzettin Keykavus da tekrar tahta çıkınca Bizans İmparatoru’na, Denizli yöresini terk etmişti. Bu durum Türkmenleri kızdırdı. Yoğun halde yerleşen Türkmenlerden Bizanslılar tutunamadılar ve Denizli yöresi 1259 yılında tekrar Türkmenlerin eline geçti. Bundan sonra Türkmenler Sarayköy’den Antalya-Alanya’ya kadar olan bu bölgede ilk Türkmen beyliğini kurdular. Yakın zamanlara kadar bu beyliğin ağırlık merkezinin Asikaraağaç diye anılan Acıpayam yöresi olduğu bilinir. İlhanlı hükümdarı Hülagu, Türkmen beyliğinin başına şahne/komutan olarak Kuşlar adında birini atamıştır. Dini liderlerinin de Yatağan Baba olması muhtemel görülmektedir.
1259 yılında Türkmenler arasında Mehmet, kardeşi İlyas, akrabası Ali ve Sevinç beyler büyük başarı göstermişler ve Mehmet Bey’i Türkmenler baş olarak tanımışlardı. 1261’de Türkmenler Selçuklu sultanına başkaldırarak doğuya doğru akın ettiler ve Konya-Antalya kervan yolunu kestiler. Mehmet Bey, Selçuklu veziri M. Pervane’nin daveti üzerine Kayseri’ye gittiği zaman bile Türkmenler sağa-sola sataşmaktan geri durmadılar.
Türkmenlerin Selçuklulara karşı bu tutumları, zayıf bir Selçuklu Devleti’ni yaşatmak isteyen Moğollar tarafından iyi karşılanmadı. İlhanlı Hükümdarı Hülagu adam gönderip yanına çağırdığı halde gelmeyen Mehmet Bey’i Rükneddin’e teşvikiyle asi ilan etti. Bu durumun İlhanlılara karşı beliren genel direnişle ilgili olduğu anlaşılıyor. Zira Mısır tarihleri de bunlardan bahseder. Hülagu, Selçuklu Sultanı Rükneddin’e ve Anadolu’daki Moğol kuvvetlerine ferman göndererek Mehmet Bey ve emrindeki Türkmenler üzerine yürümelerini emretti. Birleşik Moğol ve Selçuklu ordusu, Türkmenler üzerine yürüdüğü sırada Mehmet Bey’in damadı olan Ali Bey, eniştesine kırılarak Selçuklulara katıldı.
Ali Bey Türkmenlerin gizli geçitlerini bildiğinden müttefik ordusu ansızın Türkmen ülkesine girerek birçok esir almıştır.
Türkmen kuvvetleriyle müttefik ordusu, Sahrayı Talamaniye’de (Karaağaç Ovası’nda) karşılaşmışlar, savaşı kendilerine ihanet eden Ali Bey yüzünden kaybeden Türkmenler, dağlara kaçmışlardır. Bu savaşın Karaağaç ovasında yapıldığı, hatta asilik konusunun buradan çıktığı kuşkusuzdur. Halk söylencesi de, bu asiliğin Germiyan egemenliğini kabul etmekten doğduğu görüşündedir. Türkmenlerin reisi Mehmet Bey savaştan sonra Bozdağ’a kaçmıştır. Mehmet Bey sığınıp tahkim ettiği dağlardan itaat etmek için adam göndermiş, müttefiklerde yeminle bunu kabul etmişlerdir. Mehmet Bey ile diğer Türkmen beyleri dağlardan inerek Sultan Rükneddin’in yanına gönderilmişlerdir.
Selçuklu Sultanı bu isyanı bastırıp Uç işlerini de yola koyduktan sonra Karaağaç ovasından ayrılarak Uluborlu’ya geldiğinde Mehmet Bey’i öldürterek damadı Ali Bey’i Türkmenlerin başına bağımsız bey yaptı ve böylece Türkmenler Selçuklu ve dolayısıyla İlhanlı egemenliği altına girmiş oldu.
Türkmenlerin bu isyanının bastırılması hayli sert olmuştur. Uç Türkmenlerinin reisi olan Ali Bey’den çeşitli kaynaklar bahsederler. İbni Haldun’da geçen Ali Bey’in, Denizli emiri ve güney Bizans Uç’u kumandanı olduğunu M. Halil Yivanç söylemektedir. Baybars’ın Anadolu’yu terk edişinden sonraki olaylar sırasında Ladik emiri olarak olarak zikredilen Ali Bey’in bu isyanda adı geçen şahısla aynı olduğu muhakkaktır. Ali Bey sonra dan Denizli’de bir beylik kuracak olan İnançoğulları’nın atasıdır. Keza bu isyanda adı geçen Türkmen beylerinden İlyas Bey de Hamidoğlu Dündar Beyin babasıdır.
Türkmenlerin (Oğuz Türklerinin) Kızılhisar ve Acıpayam yöresine geldiklerinde bu ovada Karaağaç/palamut ağaçlarının çok olmasından dolayı bu yere Karaağaç adını vermişlerdir. Türkmenlerin Selçuklulara karşı başkaldırmalarından dolayı da Asikaraağaç denilmiştir. Bu rivayete göre de Afşar oymağına mensup Karaağaç Baba’ya izafeten Karaağaç adı verildiği söylenmektedir.
1864 yılında Asikaraağaç yöresinin Konya vilayetine bağlanması üzerine Asi öneki kaldırılarak Garbikaraağaç adı verilmiş ve bu ad da 20. yüzyılda da Acıpayam’a dönüştürülmüştür.
Serinhisar Tarihi eserler, sosyal ve sportif faaliyetler
Ören yerleri, höyükler, türbeler, savaş alanları, tarihi mezarlar, kale, sur ve şehir kalıntıları:
Köyde okul olarak kullanılan, Kurtuluş Savaşı’nda Yunan karargahı ve günümüzde konut olarak kullanılan Salim Erhan’a ait ev, zindan olarak kullanılan Kebir Camii, Selçuklu Hamamı, Erenler mevkisindeki köy kalıntısı, Ağaçbeyli yolundaki Efe mezarları, Bilese mevkisinde bulunan Kurtuluş Savaşı mezarları, Taşpınar Höyüğü, Yukarıbağlar mevkisinde bulunan Roma mezarları, Caber Kalesi kalıntıları, Çil höyüğü ve Cabar köyü istihkamları
Sosyal faaliyetler: Kasabadaki iki adet sinema ve tiyatro salonunun 1978 yılında kapatılması nedeniyle sosyal faaliyetler yapılamamaktadır.
Serinhisar El işleri, zanaat örnekleri
Kasabaya özgü keçi kılından ve yünden yapılan kilim dokumacılığı, heybe, süs torbası dokuması yapılmaktadır. Tahta kaşık oymacılığı yapılmasına rağmen günümüz koşulları nedeniyle örnekleri azalmıştır.
İlçe merkezinde ve meskun olanda tarihi eser dikkat çekmemekle beraber arkeolojik alanda saha çalışması yapılması için bakir bir alandır. Zira Yörük kültürü ögeleri sonradan entegre olan bu coğrafyada yapılması gereken toprak tabakalarının incelenmesi ve zamanlandırılmasıdır. Muğla bölgesine en kestirme yolları barındıran bu coğrafyanın MÖ 600’lerde sık ormanlık olduğu tahmin edilmektedir.
Serinhisar Halk eğitim hizmetleri
1999 yılına kadar ilçede biçki, dikiş, nakış kursları açılmış, 1999 yılında kursiyer yetersizliği nedeniyle kurs açılmamış olmasına karşın halen Halk Eğitimi Merkezi yeni binasında değişik dallarda kurs etkinlikleri devam etmektedir.
Serinhisar Sportif Etkinlikler
İlçede bulunan Serinhisar Belediye Spor Kulübü, Denizli 1. Amatör Küme’de ve Gençler Ligi’nde müsabakalara katılması nedeniyle futbol çalışmaları, gençlerin içindeki yeteneklilerin eğitimi için antrenörlerce yapılan hazırlıklar, kasabalar arası futbol ve voleybol müsabakaları yapılmaktadır. İlçede güreş sporu ilgi görmekte olup İlçe Güreş İhtisas Kulübü çalışmalar yapmakta olup gençleri yetiştirmektedir.
Serinhisar Spor tesisleri
İlçede resmi müsabaka normlarına uygun toprak zeminli futbol sahası mevcuttur.
Serinhisar Avcılık faaliyetleri ve avlaklar
İlçede bilinçsiz ve gelişigüzel yapılan avcılık av hayvanlarının soylarının tükenmesi tehlikesini gündeme getirmiş, bu nedenle ilçede faaliyet gösteren Avcılar ve Atıcılar Derneği’nin düzenli çalışmalarıyla denetimli olarak av yapılması sağlanmıştır.
Serinhisar Kültürel etkinlikler
2001 yılından beri ilçe merkezinde “Leblebi ve Kültür Festivali” yapılmaktadır. Festival, ilçede Çamlık denilen bölgede her yıl temmuz ayında yapılmaktadır. Her yıl çeşitli yerel ve ulusal sanatçıların da katılımıyla 3 gün süren festivale çevre il ve ilçelerden çok sayıda konuk gelmektedir.
Ayrıca Serinhisar’a bağlı Yatağan kasabasında da her sene “Bıçakçılık Festivali” yapılmaktadır.